ANTi-KAPiTALiST OLMAK SINIF MÜCADELESiNE iNANMAKTIR!

1936-37 yılları anarşist-komünizmin dünya çapındaki son parlayışı. İspanyol devrimi anarşistlerin çok övündüğü bir olay olmasına rağmen aynı zamanda içten içe bir yenilgi gibi de algılanmıştır. Gerçekten de İspanyol devriminden sonra anarşist-komünizmin işçilerle bağları zayıfladı. Anarko-sendikalizm fikrinin tutarlılığı tartışmaları bir yana o büyük CNT'nin bir benzeri daha olmadı. Sonuçta İspanyol devrimi bir çokları için "klasik" bir dönemin, "modern" çağın devrimci anarşizminin son kalıntısıdır. Efsanevi bir hale geldikçe bir destana, fantastik bir masala dönüşmüştür.

Aslında bu yazının konusu İspanyol devrimi değil ama anarşist komünizmin bu yenilgisi ile anarşizm farklı kanallar içine girdi. Bu kanallara girme nedenleri olan; o dönemde işçi hareketinin Leninist "reel sosyalist" argümanların tekeline girmiş olması, anarşistlerin kendilerini daha başka bir düzlemde tanımlamak durumuna itilmiş olması ya da daha başka bir gerekçe, anarşistlerin sınıf mücadelesinden uzaklaştıkları gerçeğini değiştirmemiştir. Toplumdaki tahakküm ilişkilerini daha soyut ve içinden çıkılmaz bir otorite tanımıyla açıklama gayretleri de anarşistleri anarşizmin yenilgisini açıklama ihtiyacından kurtarmıştır. Daha sonrasında ise kendi "marjinal" tabanını da orta sınıf içerisinden bulması gayet doğal bir hale gelmiştir.

Bu "marjinal" taban zaman zaman kendisini "moda" hale getirebildikçe kısmen genişlemiş, daraldıkça da kendisinde alt kültürel bir imajın karizmasını hissetmiştir.

Son dönemde meydana gelen küreselleşme karşıtı eylem sürecinde anarşistler arasında tekrar sınıf savaşı kavramından stratejik anlamda söz edilmeye başlanıldığı görülmüştür. Bunun etkenlerinden birinin reel sosyalizmin çöküşü olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Böylece bu yeni dönemde sınıf savaşı kavramı Leninistlerin tekelinden çıkmıştır.

Bazıları bu duruşu "19. yüzyıl anarşizmi" olarak adlandırıyor. Kapitalizm günümüzde 19. yüzyıla göre özünde hiçbir değişikliğe uğramamış olmasına rağmen görüntüleri ve üretim süreçleri açısından daha karmaşık bir hale gelmiştir. Görüntülerin değişmesi kapitalizmin temelden değiştiği anlamına gelmemektedir. Kapitalizm var olduğu andan bu yana iktisadi sömürüye dayanmıştır. Bu yüzden 19. yüzyıldaki anarşist komünist duruşun 21. yüzyıldaki anarşizm içerisinde geçerliliğini sürdürmesi şaşırtıcı olmayacaktır.

 

Neden sınıf savaşı?

Kapitalizmin gündelik yaşamda ve iş yaşamındaki otoriteyi uygulama nedenini düşünürsek ulaşacağımız sonuç iktisadi sömürüyü baki kılma gayreti olacaktır. Bu baki kılma gayretinin politikleşmiş hali de kuşkusuz devlettir. Kapitalizm, uyguladığı ırksal ya da cinsiyetçi sömürüyü zorunda kalırsa ortadan kaldırabilecek lükse sahiptir. Kapitalizm için vazgeçilmesi söz konusu olmayan tek sömürü biçimi iktisadi olandır. Bu yüzden bugün kapitalizme karşı devrimci bir muhalefet söz konusu olacaksa bu muhalefet sınıf mücadelesi temelinde yükselecektir. Bir işçinin ABD başkanı olması durumunda artık işçi olmayacağı gibi, ABD başkanının kadın, eşcinsel ya da siyah olması kapitalizmi yıkmaz. Ancak ırk ve cinsiyet temelli eşitsizlikler, milliyetçilik gibi ayrımcı düşünceler ve sınıflı sistem, birbirlerini destekleyen problemlerdir. Kadınların ciddiye alınmadığı, işçi sınıfının çoğunluğunun patronlar ve bürokratlardan çok, başka etnik kökenden işçilerden nefret ettiği bir mücadelenin başarıya ulaşması imkansıdır. Milliyetçilik, ırkçılık, homofobi, ve cinsiyetçilik karşıtı mücadeleler, sınıf perspektifi ile bir arada yürütüldüğünde devrimci karakter kazanır.

Kapitalizm 19. yüzyılda öngörüldüğü gibi birçok kriz yaşamıştır ve doğası gereği bu krizleri de yaşamaya devam edecektir. Bu krizlerin boyutları bazen küçük işten çıkarmalar şeklinde bazen de büyük savaşlar şeklinde olmuştur ve olacaktır. Büyük boyutlu sistem krizleri dönemlerinde işçi sınıfının kazanımları elinden alınmaya çalışılacak, daha önce de varolan ancak görülmesi zor olan sınıflar arasında süregelen savaş su yüzüne çıkacak ve şiddetini arttıracaktır.

Bu dönemlerde göze görünür hale gelen otorite, baskı ve maddi zorluklar sonucu işçi sınıfı kendi içerisinde barındırdığı hakim ideolojiye göre tarihi şekillendirecektir. Yani işçi sınıfı mevcut düzenin yetersizliklerini aşmak için daha önce de rastlandığı gibi tarihi faşizme dahi sürükleyebilir. O dönem içerisinde işçi sınıfının özgürlükçü seçenekleri tercih etmesi daha önceden özgürlükçü fikirlerin yayılması, kabul görmesi, işlerliklerinin kanıtlanması ve özgürlükçü sosyal örgütlenmelerin temellerinin atılmış olmasına bağlıdır.

Hangi sınıf ?

Adına ister ezilenler diyelim ister işçi sınıfı diyelim sistemin iktisadi sömürüsüne ve doğal olarak otoriteye maruz kalan sınıf kendi içerisinde homojen değildir. Kendi içerisinde cinsel, ırksal ya da üretim sürecindeki yerine göre (mavi yakalı-beyaz yakalı, eğitim seviyesi, işsizler ya da köylüler gibi) karşı karşıya konumlandırılmış gözükmektedirler. Görünüm bu şekilde oldukça sistem var olan sömürüsünü arttırmaya devam edecek, bu görünüm sadece sınıfın içindeki bilinçlenme potansiyelinin ortaya çıkmasını erteleyecek ancak ortadan kaldırmayacaktır. Mevcut olan bu potansiyel enerjiyi kinetik enerjiye dönüştürmek tarihsel durumun uygunluğu ile devrimcilerin propagandasının çakışmasına bağlıdır.

Sınıf mücadelesi ya kapitalizmin çökmesi ve onun baskı aracı devletin yok olmasıyla ya da işçi sınıfının yenilmesiyle ve eski düzenin korunmasıyla sonuçlanacaktır. Sınıf mücadelesi emek-sermaye çelişkisi ortadan kalkana kadar sürecektir.

Devlet, egemen sınıfın ezilenlerin üzerindeki baskı aracıdır. İktidar doğası gereği yoğunlaşmak isteyeceği için devletin varlığı sınıfların varlığına işarettir. Sınıfsız bir toplumda ise devlet yoktur. Liberterlerin maksadı devletsiz ve anti-otoriter bir topluma ulaşmaktır. Bu amaç ile tüm organizasyon şekilleri, en başından beri özgürlükçü temellere dayanmalıdır. Hiyerarşi, öncülük, otorite, ayrımcılık, elitizm, eşitsizliğin devrimci mücadelede yeri yoktur. Devletsiz ve hiyerarşisiz mücadele, gerici otoritelerin baskı ve saldırılarına karşı kendini savunmamak demek değildir. İktidar hiçbir olumlu sosyal değişimi kendi iyi niyeti ve rızasıyla sunmaz, elde olan kısıtlı hangi özgürlükler varsa bunlar tarihsel mücadelelerin ve iktidar ile halk arasındaki güç dengesinin ürünleridir.