68 Yıl Sonra İspanyol Devrimi ...

 Bugün 17 temmuz da, 68 yıl önce ispanyol proletaryası ile faşizmi karşı karşıya getiren devrimci iç-savaşın başladığı tarihin yıl dönümündeyiz. 68 yıl önce bugün faşist generaller artan toprak işgallerine, grevlere ve halk cephesine karşı ayaklandılar. Ama ispanyada faşizm, diğer ülkelerdekinden çok daha fazla direnişle karşılaşacaktı. 1936 da başlayan iç savaş dört yıl kadar sürecek ve 1939 daki faşist zaferi ile bitecekti. Aslında ispanyol proletaryasının faşizme ve kapitalizme karşı mücadelesinin tarihi bundan çok daha uzun bir geçmişe dayanır. İspanyol işçi sınıfı1.enternasyonele en önemli seksiyonlarından birini kazandırmış ve bakunin in tasviyesi sırasında anarşistleri destekleyerek italyan ve jura seksiyonları ile birlikte örgütten ayrılmıştı. Bundan sonra da ispanyol proletaryasının kaderi anarşizmin ki ile birleşti; anarşizm ispanyol işçi sınıfına ve köylülerine komün, özgürlük  ve mücadele ruhunu taşırken isp. Prolataryasıda anarşizme asla tükenmeyen bir mücadele azmi ile birlikte destansı bir bağlılık sundu. İspanyaya 1870li yıllarda bakuninin italyan takipçisi fanellinin çabaları ile birlikte giren anarşizm keskinleşmiş bir sınıf çelişkisinin ortasına düştü, ve sert bir mücadele içerisinde gelişti. Bu koşullar altında 1910-11 yıllarında tam anlamıyla bir kavga örgütü olan anarko-sendika CNT yani ulusal emek konfederasyonu kuruldu. Evet bu örgüt tam da sınıf mücadelesinin içinde onun ihtiyaçları doğrultusunda kurulmuştu. İlke olarak patronlarla her türlü uzlaşmayı reddediyor ve tek amacını toplumsal devrim yoluyla ezilenlerin tam kurtuluşu olarak açıklıyordu. Bunun yöntemi olarak da patronları dize getirecek olan büyük bir genel grev öneriliyordu. CNT ye göre diğer sendikaların zamanla reformistleşmesinin nedeni onların bürokratik ve otoriter yöntemleriydi. Kendi bünyesinde buna izin vermeyerek ve her zaman bir taban örgütlenmesi olarak bunu aşmayı hedefliyordu.

 

Bu devrimci ve uzlaşmaz tavrına rağmen cnt işçi sınıfının kitlesel desteğine kavuştu. Ülkenin en fazla endüstrileşmiş sanayi bölgesi olan barselona da işçi sınıfının çoğunluğunun desteğini kazanmıştı. Daha 1918 gibi erken bir tarihte yarım milyon üyeye sahipti, ve bu sayı iç savaş yıllarında bir buçuk milyonu aşacaktı. Ayrıca endülüs, Valensiya ve Aragonda yoksul köylülüğün de desteğini  kazanmıştı. Bu köylülerin çoğunluğu genelde kendi toprağını sahip değildi, yaşamlarını idame ettirebilecek kadarını ancak kazanıyor ve çok ağır çalışma koşullarına tabii kalıyorlardı. Kentteki işçi yoldaşlarının da durumu çok farklı değildi. Bütün bu koşullar altında ispanyol proletaryası çetin bir mücadele yürütüyor bunun karşısında burjuvazinin tepkisi genelde çok sert oluyordu. CNT militanları için sokakta yürürken arkadan vurulmak, işkenceye uğramak, tehdit edilmek olağan şeylerdi. Grevler yada toprak işgalleri çok sert bir şekilde bastırılıyordu. Buna karşın proletarya da sessiz kalmıyor burjuvazinin sınıf şiddetine proleter şiddetle karşılık veriyordu. Bu koşullar altında ispanyol anarşizmi gelişti ve ispanyadaki yegane devrimci hareket haline geldi. Kısacası 1936 yılına gelene kadar anarşistler ve işçi sınıfı sürekli sert bir mücadele içindeydi.

 

Bu savaşımlar sonucu 14 nisan 1931 de cumhuriyet ilan edildi ve cumhuriyetçi-sosyal demokrat bir hükümet kuruldu. Ne varki anarşistler kitleleri sürekli, parlamenter yönetimin kapitalizmin başka bir biçimi olduğu, özünde burjuvazinin iktidarını seçimler yoluyla asla değiştirilemeyeceği bunun için de ancak tolumsal bir devrimin gerekli olduğu konusunda uyardılar.

 

1932 yılında yapılan seçimler de cnt oy vermeyi boykot etme kararı aldı. Halkın üçte biri bu çağrıya cevap vererek oy kullanmadı, ne varki hemen ardından sağcı bir hükümet kuruldu. İşçi ve köylüler üzerindeki baskılar arttı ve hapishaneler devrimci militanlarla doldu. Bu dönemde anarşistler çeşitli ayaklanma girişimlerinde bulundu, ama bunların hemen hepsi bastırıldı. Ne varki burada 1934 asturya komününü anmalıyız.   İspanyol işçi sınıfı bu tarihte biri reformist ve sosyalist partiye bağlı olan ugt ile diğeri devrimci ve anarşist cnt olmak üzere iki sendika arasında bölünmüştü. Bu durum işçileri tek bir blokta birleştirmek isteyen cnt nin önündeki büyük bir engeli oluşturuyor, her önemli mücadelede işçi sınıfının bölünmesine neden oluyordu. 1934 yılında cnt nin ve ugt nin asturias kentindeki işçileri tabandan bir birliğe vardılar. Asturias ülkeni kuzey batısında ki önemli bir madenci kentiydi. Ve bölgede ugt nin tabanı da en az cnt ninki kadar militan ve mücadeleci bir ruha sahipti. UGT ve CNTli işçiler 5 ekim 1934 de asturias ta ayaklandılar ve komün ilan ettiler. Bu isyan da ülke çapındaki koordinasyonsuzluk nedeni ile yayılamasada bölgedeki işçiler sonuna kadar direndi.ve İronik bir şekilde Franco nun yönetimindeki fas birliklerinin gelmesinin ardından isyan 15 gün içinde bastırıldı.  Devrimcilerin safında binlerce ölü ve onbinlerce tutklu vardı.

 

Asturias ayaklanmasının üzerinden iki yıl geçtikten sonra hükümet erken seçim kararı aldı. CNT dışındaki bütün sol gruplar sosyal demokratından cumhuriyetcisine, sosyalist partiden troçkistlere kadar halk cephesi içinde seçime katılmaya karar verdi. Ama böyle geniş çaplı bir ittifak bile CNTnin desteği olmadan seçimi kazamazdı. Bu yüzden seçimler konusunda cnt nin tavrı belirleyici olacaktı. Fakat cnt bu konuda kararsızdı. Bir önceki seçimlerdeki gibi bir boykot faşizmin tıpkı italyada ve almanyadaki gibi seçimle iktidara gelmesi anlamına gelebilirdi. Bu da kaçınılmaz bir şekilde işçi sınıfının tepkisi ile karşılaşır ve bir iç savaş ile sonuçlanırdı. Diğer yandan cnt nin birçok aktif militanı hapiste olduğundan seçimlerin hemen ardından böylesi bir iç savaş onu zor durumda bırakırdı. BU yüzden kimileri toprak reformunu ve hapisteki militanların serbest bırakılmasını öneren halk cephesinin desteklenmesini savunuyordu. Ama halk cephesinin bu reformları yapacağından emin olunamazdı. Üstelik halk cephesi seçimi kazansa bile bu sefer faşist generallerin cumhuriyete karşı bir ayaklanması söz konusu olacaktı. CNT bu durumda genel anarşist ilkelerinden ilk kez ayrılarak seçimlerde üyelerini istedikleri gibi hareket etmeleri konusunda serbest bıraktı. Bu halk cephesine karşı üstü örtülü bir destek anlamına geliyordu. Ne varki her durumda bir iç savaş kaçınılmaz gibi gözüküyordu. Ve cnt nin tabanıda bunun farkındaydı...

 

 1936 yılının şubat ayında ispanyada genel seçimler yapıldı. Seçimlerin sonucunu cnt nin tarafsız kalma tavrı belirledi ve halk cephesi hükümeti kuruldu. İspanyol proletaryası hükümete güvenmedikleri için doğrudan eylem yoluyla 30000 kadar politik tutukluyu bizzat zindanları basarak salıverdiler. Kırsal kesimde köylüler toprak reformunu beklemeden arazileri işgal etmeye başladılar. Yüzlerce genel grev ve grev gerçekleşti, birçok kiliseyakıldı.Kısacası ülkede bir devrimin başlangıcı hissedilebiliyordu... Aynı şekilde burjuvazide karşılık veriyor binlerce insanın yaralandığı yüzlercesinin öldüğü çatışmalar oluyor, bombalamalar ve saldırılılar biribirini takip ediyordu. Bütün bu olaylar şubattaki seçimlerden temmuzdaki faşist ayaklanmaya kadar yaşandı. Peki bu çalkantılı dönemde CNT ne yapmaktaydı? Kesinleşen faşist ayaklanmaya karşı ne gibi devrimci önlemler planlanıyordu? Bütün bu sorulara cevap bulabilmek için CNT genel kongresi mayıs ayında Zaragoza da düzenlendi. Bu kongrede özgür toplumda suç ve cezanın nasıl düzenleneceğine, çıplaklıktan cinsel özgürlüğe kadar bir çok şey tartışılmış olmasına rağmen politik meselelere gerektiği kadar değinilmedi. Özgür toplumdaki yaşamın kollektivist-karakterine ilişkin tartışmalar çok önemli güncel meselelerin yerini aldı. CNTnin bu yaklaşımı onun a-politik konumlanışı ile açıklanabilir. Ama bu tavır iç-savaşın kaybedilmesine neden olan önemli bir etkene dönüşecektir...

 

Mayıs kongresinden iki ay kadar kısa bir süre sonra, yani 17 temmuz da generallerden oluşan faşist darbeciler cumhuriyete karşı resmen ayaklandılar. Bu sırada cumhuriyetçi hükümet hala generallerle uzlaşma aramaya çalışıyordu. Burjuvazinin bu tavrı şaşırtıcı değildir. Onlar almanyada yada italyada olduğu gibi faşizmi devrime tercih ederler. Böylece demokrasinin maskesi düşer. Ne varki italyada veya almanyada olanın aksine ispanyada faşizm iktidarı legal yollaradan gasp edememiş, kitlelerin direnişi ile karşılaşmış ve ülke iç savaşa sürüklenmiştir. Faşist generallerin ayaklanması hemen her yerde halkın direnişi ile karşılaşmış ve ülkenin hemen hemen bütün önemli merkezleri, buna barselona, bilbao, valensiya ve madrid gibi çok önemli şehirleri de dahil olmak üzere , devrimciler tarafından korunmuş ve ülkenin yarısı faşizme geçit vermemiştir. İşte ispanyada burjuvazinin bir kesiminin sözde cumhuriyetten yana tavır almalarının nedeni budur. Ne varki bu sırada proletarya demokrasi yada cumhuriyet için değil devrim ve özgürlük için savaşıyordu. Fabrikalar, atölyeler, toprak ve genel olarak bütün mülkiyet kamulaştırılıyordu. Ele geçirilen fabrika ve köylerde derhal işçi kollektifleri kuruluyor, yönetim işçilerin doğrudan demokratik taban komitelerinin eline geçiyodu. Sadece barseolna da üç bin kadar fabrika işçilerce kamulaştırılmıştı. Telefon santrallerinden elektrik santrallerine, demiryolu işletmelirinden mağazalara kadar herşey işçiler tarafından doğrudan ve koordineli bir şekilde yönetilmeye başlandı.Kırsal alanda devrim daha da ileriye giderek parayı veya herhangi bir değişim değerini reddeden komünlerin kurulması noktasına kadar ilerledi. Böyle komünlerde herkes ortak depodan ihtiyaç duyduğu bütün maddeleri alıyor yinede dağıtımda herhangi bir sorun çıkmıyordu. Sadece bu durum bile anarşizmi küçük burjuva bir zanatçi ideoloji olmakla suçlayan marxistlerin tezlerini çürütmeye yeterlidir.

 

Önemli bir başka değişim de şehirlerdeki gündelik yaşamda gözlenebiliyordu.Barsolanda kollektif mutfaklar kurulmuştu. Herkes biribirine sen yada yoldaş diye seleniyor, statü veya ayrımcılık içeren bütün hareketler tepkiyle karşılanıyordu.Şehirde ve sokaklardada tıpkı cephedeki veya işyerlerindeki yoldaşlık ve kollektiflik ruhu hissedilebiliyordu.

 

Ne varki toplumsal bir devrimin gerçekleşmesi için  sadece belli işletmelerin ele geçirilmesi yeterli değildir. Aynı zamanda devletin de ortadan kaldırılması gerekir. Bu dönemde CNT  kollektiflerin devletin maddi zeminini ortadan kaldıracağını düşünerek doğrudan devleti yıkma yoluna gitmedi. Bunun yerine cumhuriyetçi burjuva partilerinin ve sosyalistlerin de içinde yer aldığı bir hükümette azınlık konumunda kalmayı kabul ettiler. Bu durum kısa sürede dengeleri değiştirecekti. Anarko-sendikalistler için otorite en büyük düşman olduğundan devlet iktidarını yoğun olarak eleştirdiler fakat onun asıl gücünün nerede yattığını göremediler. Devlet sermaye için daha çok bir birleştirme ve temsil özelliğine sahiptir. Yoksa devlet sermayenin yaratıcısı değildir.Anarko-sendikalistler kollektifleri kurduklarında pratikte devleti de yok ettiklerini düşündüler. Halbuki devlet cnt nin burjuva partileri ile kurduğu göstermelik birliğini içinde üstü örtük olarak var olmaya devam etti. Ve kısa bir süre sonra anarşistlerin önce katalonyada ardından da cumhuriyet hükümeti içinde bakanlıklar almasından sonra meşru varlığına yeniden kavuştu. 1936 yazının ardından devlet aygıtı yavaş yavaş cumhuriyetci safta işçi komitelerine kaptırdığı gücü eline almaya başlayacaktı. Burada CNT nin a-politik oluşunun sonuçaları görülebilir. CNT politik devrimci bir örgüt değildi. CNT ye girmek için anarşist olmak gerekli değildi; Onun mücadele yöntemlerini kabul etmek yeterli olurdu. Elbette o ne kadar radikal olursa olsun sadece bir sendikaydı. Ve ne kadar radikal bir mücadele yürütmüş olursa olsun öyle yada böyle mücadelesini çeşitli askari ve azami hedeflere göre saptamıştı. İlke olarak sınıf uzlaşmacılığını reddetsede, bir sendika olarak çeşitli reformist mücadeleler vermek zorundaydı. Bu zamanla cnt içinden reformist sapmaların doğmasına ve buna karşı anarşist militanların İberya Anarşist Federasyonu nu örgütlemesine neden olacaktı. Kısa adı Faı olan bu grubun amacı CNTnin reformizme ve parlementarizme kaymasını engellemek ve onu sürekli olarak toplumsal devrim yoluna sevk etmeye çalışmaktı. Fakat bizzat FAİ militanlarının bir kısmı iç savaş sırasında bakan yada hükümt görevlisi olacaktı. Kısaca FAİ hedefi olan politik-devrimci bir çizgi tutturmayı tam olarak başaramadı, bunun en somut sonuçları ilk olarak militarizm konusunda görüldü...

 

İç savaşın başlamasının hemen ardından faşistleri ispanyanın geri kalan bölgelerinden kovmak için bütün sol gruplar kendi silahlı milis birliklerini kurdular. Fakat bu milis birlikleri militarize bir ordu değildi ve onların asıl güçlerini oluşturan da buydu. Bu milis birlikleri çoğunlukla temmuz ayındaki faşist ayaklanmada kışlalardan ele geçirilen silahklarla donatılmıştı. Savaşçıları ise silahlı işçilerden başkası değildi. Bu insanlar bir ordu şeklinde değil devrimci bir ruhla savaşıyorlardı. Asker değil özgürlükçü devrimcilerdi. Gönülleri cumhuriyet için değil komün için savaşmaktan yanaydı. O dönemdeki bir anarşist grubun gazetesinde milislerle ilgili şu betimlemeye yer verilmektedir:

 

“Devrimci ordu silahlanmış devrimdir.Onun içindekiler en başından beri dişleri ve tırnakları ile bunun için savaşan devrimcilerdir.

 “Devrimin savaşçısı olabilmek için onun devrimci özüne bağlı kalabilmek gerekir.Devrimci ruhu birkez onu terk ettiğinde, sonunda ordu devrimin kendisine de ihanet edecek olan profesyonel bir savaş aletine dönüşür”

 

 Orduların ve savaşın yozlaştırıcı etkisinin farkında olan milisler, mümkün olduğu kadar militarizmin en küçük sembollerine kadar herşeyini milisten arındırmaya çalıştılar. İşçi milisinde askeri hiyerarşiye, rütbeye yada asker selamına yer yoktu. Milisler subaylarını kendi aralarından seçiyor, istedikleri zaman da geri çağırabiliyorlardı. Kimse kayırılmıyor yiyecek veya giyecek dağıtımında herkese eşit davranılıyordu. İşçi milisi bu sınıf karakterini muhafaza ettiği sürece devrime sadık kaldı. Silah ve hammadde tedarik edebilmek için bütün yerelliklerde milis komiteleri kurulmuştu. Bu komiteler milisi olan bütün politik grupların katılımı ile oluşturulmuştu ve cepheye silah ve mühimmat göndermekle görevliydiler. Ama burjuvazi ve onun içinde örgütlendiği stalinist-komünist parti için milislerin bu sınıf karakteri tehlikeli bir durumdu. Kısa sürede milisi disiplinsizlikle suçlayarak sözde “halk ordusu” adı altında eski ordunun cumhuriyete sadık kalmış kimi unsurları ile yeni bir profesyonel ordu kurma yoluna gittiler. Komünist partinin küçük milis grubu bu ordunun çekirdeğini teşkil etti.

Ne varki eğer silah ve cephane konusunda dışa bağımlı olunmasaydı halkordusu bu kadar çabuk gelişemezdi.

 

İç savaşın en başından beri franco Faşist italyan ve alman hükümetlerinden büyük bir yardım görmüştü. Denilebilir ki almanya ikinci dünya savaşı öncesinde yeni silahlarını ispanyol halkına karşı denedi ve frankoyu hem askeri hem de mali açıdan sonuna kadar destekledi. Buna karşın sözde demokratik ülkeler olan ingiltere ve fransa sessiz kalmış ve cumhuriyetci cepheye enternasyonel gönüllülerden başka hiçbir yardım göndermemişti. Stalin de rusyanın uluslararası konumunu ve halk cephesi taktiğini bahane ederek geniş çaplı doğrudan bir destekten sakındı. Yinede ispanya merkez bankasındaki altınlar karşılığında bir takım silahlar satmayı kabul etti. Ama bunların hepsi komünist parti yönetimi altındaki halk ordusunun eline geçecekti. Milisler devletten ne kadar yardım bekleselerde ellerine hiçbişey ulaşmayacaktı. Sürekli devletin yardımını bekledikleri zaragoza cephesinde- ki burası savaşın kilit mevzilerinden biriydi, ve eğer alınsaydı kuzeydeki maden sanayiine ve bask ülkesine ulaşılabilecekti- Franko nun fas birlikleri gelene kadar beklendi. Ne varki Malaga da olduğu gibi işçiler sadece kendilerine güvendiklerinde ve inisiyatif aldıklarında kazandılar.

 

Sonuçta hiçbir savaş silah olmadan yürütülemez. CNTde  bu yüzden bütün milislerin miltarize olmaı kararına ses çıkarmadı.Buna göre ordu eski sisteme geri dönecek ve anarşidtlerin de dahil olduğu merkezi hükümetin emrine girecekti. Bunun karşılığında da devletten silah desteği alınacaktı.“Artık savaşı kazanmaktan başka  herşey ikinci plana” atılmıştı. Ama bu ispanya da olan şey bir savaştan daha fazlasıydı. O birçok yönüyle bir devrimdi. Ve devrimler iki ordunun karşı karşıya geldiği askeri savaşlar şeklinde olamaz. Yeni bir dünya kurmak isteyenler bunun araçlarınıda yeniden keşfetmelidirler. Milis bir kez düzenli orduya dönüştüğünde savaşda iki burjuva grubu- bir faşist diğeri demokrat olsada- arasındaki çatışmaya dönüşecekti. Anarko-sendikalistler savaşı kazanmak adına buna göz yumdular. Peki acaba iç savaş kazanılsaydı? Bu sefer de cumhuriyete ve halk ordusuna karşı bir savaş mı verilecekti? Bu soruların cevabını artık veremeyiz. Ama şurası kesin ki devrim adına yapılmayan hiçbir mücadele proletaryaya özgürlük vaat etmeyecektir...

 

 Bir kez milisler dağıtıldığında artık sıra kırsal kollektiflere, işçi komitelerine ve öz yönetimle yönetilen fabrikalara gelmişti. Artık burjuvaziyi devrimin bu son kalelerine saldırmaktan hiçbirşey alıkoyamazdı. 3 Mayıs 1937 de komünist parti yönetimindeki polis, anarşist işçilerin öz-denetimi altındaki barselona telefon santraline saldırdı. İşçiler polisi durdurdu. Ve bu olay soncunda bütün barselona prolataryası ayaklandı. Açıkçası komünist parti devrimin ve anarşizmin sembolu ve kalbi olan barselona da böylesi açık bir saldırıya girişmekle gücünü çok aşmıştı. Ve işçilerde sonunda uyduruk anti-faşist birlik sloganının kofluğunu anlamış oldular.  Bütün şehir, merkezdeki bir kaç hükümet binası dışında işçilerin eline geçti. Kısa sürede barikatlar kuruldu. Ama açık çatışma çıkmadı. Çünkü işçiler halen kararsızdı. Cnt içindeki sol muhalefet(ki bunlar durruti öldüğünden beri  durrutinin dostları adını almış olan bir grup içinde örgütlenişti) bu durumun devrimi kurtarmak için son bir şans olduğunu kavradı. Çünki kavgayı komünistlerin kazanması durumunda bütün kollektifleri yasa dışı ilan edeceklerdi. Buna karşı çözüm olarak durrutinin dostları bir an önce burjuva hükümetinin yerine, gücünü mahalli işçi komitelerinden alan ve tamamen cnt ve ugt nin tabanının yönetiminde olan bir tür halk meclisi kurulmasını önerdiler. Halk ordusu dağtılmalı, savaş yeniden devrimci yollarla sürdürülmeliydi. Fakat artık CNT liderliği kaybedilmiş adeta hükümetin tutsağı olmuştu. Liderler işçilere silahlarını bırakma çağrısı yaptılar ve işçiler, örgütleri tarafından yalnız bırakıldıklarını anlamanın acısı içinde barikatları kaldırdılar. Bundan sonra hükümet kente 6.000 kadar asker gönderdi ve denetimi eline aldı. Anarşist ve aşırı sol militanlar hapse atıldı yada öldürüldü. Franconun barselonaya girmesinde bir sene kadar önce bütün sol tasviye edilmiş oldu. Dahası kollektifleştirilmiş olan bütün işletmeler ulusallaştırılmaya yani merkezi devlet kontrolüne verilmeye başlandı. Ağustos 1937 de son aragon köylü kollektiferinin de dağıtılması ile birlikte ispanyol devriminin son başarısı da komünistler tarafından yok edilmiş oldu. Bundan sonrası ise cumhuriyetin gittikçe totaliterleşmesi ve yerini faşizme bırakana kadar bütün özgürlükleri yavaş yavaş bastırması oldu. Ne varki anarşistler hiç bir zaman teslim olmadılar. Onlar atmışlı yıllarla kadar gerilla yöntemleri ile franco ya direnmeye devam ettiler. Gerilla sabat gibi militanların eylemlerinde geçmiş günlerin mücadelesinin ruhu yeniden dirildi. Ne varki artık halk sindirilmiş, faşizm çoktan galip gelmişti.

 

Herşeye rağmen ispanyol devrimi anarşizmin uzun süre için son kitlesel kalkışması olarak kaldı. Liberter komünist düşünce ukraynada geçici bir süre hariç hiç bir yerde bu kadar büyük bir desteğe ve etkinliğe ulaşamamıştı. İspanyol deneyimi işçi sınıfının yaratıcı ve yıkıcı eyleminin gücünün bir ifadesi oldu. Ama onun devrim yolundaki tereddütlerinin ne kadar çabuk yenilgiye dönüşebileceğini de göstersi. O aynı zamanda hem anarşizmin olanaksızlığını iddia edenler için , hem  de sendiaklizmin yetersizliklerini göstermesi açısından acı bir ders oldu. Bugünün devrimcileri ve özgürlükçüleri için ispanyol devrimi her ne kadar çok uzakta gibi gözüksede onun tarihi bugünün mücadelesi ile derinden bağlıdır. Onun tarihsel yenilgisinde devrimin gerekliğinin , kazanımlarında ise devrimin olanaklılığının kavranışı yatar.